top of page

Kuduz: Tarihin Derinliklerinden Günümüz Tehditlerine Bilimin Işığında Bir Yolculuk

  • Elif Türker
  • 28 Ağu 2024
  • 3 dakikada okunur

Kuduz… Yüzyıllardır insanlığın ve hayvanların kaderini keskin dişleriyle şekillendiren, ölümcül bir hastalık. Rabies lyssavirus isimli bu sessiz katil, beyin ve omuriliği ele geçirerek hem bedensel hem zihinsel bir yıkıma yol açar. Kuduz, sadece bir hastalık değildir; insanın doğayla kurduğu sağlıksız ilişkinin, hayvanları yalnızca birer "sorun" olarak gören yanlış politikaların simgesidir.

Tarih boyunca kuduz, insanlığı korkutmuş ve çaresiz bırakmıştır. M.Ö. 2300’lerde dahi, Babil yazıtlarında bu hastalığın varlığına dair izler buluyoruz. Antik Yunan’da, doğanın güçlerine boyun eğen insan, kuduzun dehşetiyle karşı karşıyaydı. O günlerden bugüne dek, kuduzun peşinden koşan bilim insanları, çaresizlikle umudu harmanlayarak bu hastalığı anlamaya çalıştılar.

1804 yılında Zinke, kuduzun köpeklerden tavşanlara bulaşabileceğini deneylerle kanıtlayarak bir devrim yarattı. Ancak kuduzun dizginlenmesinde asıl dönüm noktası, Louis Pasteur’ün fedakârca çabaları oldu. Pasteur, kuduz virüsünü izole etmeyi başardı ve bu virüse karşı ilk etkili aşıyı geliştirdi. O dönemde bilim, insanın hayvanlarla kurduğu etik dışı ilişkinin sonuçlarıyla savaşmak için büyük bir adım attı. Ne ironiktir ki, insanlık hayvanları sömürmeye devam ettikçe kuduz gibi hastalıklar da arka planda sessizce varlığını sürdürdü.




Türkiye’de Kuduz: Tarihten Ders Almak Yerine Aynı Hataları Tekrarlamak

Türkiye’de kuduz, 20. yüzyıl boyunca önemli bir tehdit olmaya devam etti. Cumhuriyetin ilk yıllarında, bilimsel anlayışla kuduz mücadelesi başlamış, 1927’de İstanbul’da Kuduz Müessesesi kurulmuştu. Aşılama çalışmaları ve halkın bilinçlendirilmesiyle kuduz, büyük oranda kontrol altına alındı. Ancak kırsal alanlarda hâlâ risklerin devam ediyor olması, modern toplumun bilimle değil de kadercilikle hareket ettiğini gösterir nitelikte.

2022 yılında Türkiye’de sığırlarda 177 pozitif kuduz vakası görüldü. Bu vakaların %59,6'sı, insanın doğayı yanlış ellerle şekillendirme çabasının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Evcil hayvanların yaban hayatı ile temasının engellenememesi ve yeterince aşılanmamaları, bu ölümcül hastalığın yayılmasında başlıca faktörlerdir. Yaban hayatına yılda iki kez yapılan oral aşılama ve köpek popülasyonunun en az %70’inin aşılanmasıyla kuduz, özellikle köpeklerden insanlara bulaşan kuduzun tamamen ortadan kaldırılması mümkün olabilir. Fakat ne yazık ki, bu tür stratejiler yerine, devletin ve toplumun tercihi sıklıkla korkuyu beslemek, bilimi göz ardı etmek olmuştur.


Korkunun Politikasına Karşı Bilimin Gücü

Kuduza yakalanma ihtimali olan hayvanların (at, eşek, sığır, kedi, köpek vb evcil hayvanların ve kurt, tilk vb. yaban hayvanlarının) ısırıkları, yeri ne olursa olsun kuduz için risk oluşturur. Açık yara, kesi, müköz membranların tükrük, salya ve diğer nöral doku, hayvanlarda kullanılan canlı oral aşı yemleri gibi potansiyel enfekte olabilecek materyalle teması ve tırmalama da ısırık dışı kuduz riskli temas olarak kabul edilir.Yani kuduz  ile kuduz riskli temas aynı şey değildir. 2018-2022 yılları arasında Türkiye'de kuduz riskli temas sayısı ortalama 267 bin iken, 2023 yılında bu sayı 437 bine ulaştı. Fakat yılda ortalama 1-2 insan kuduz vakası görülmektedir. 

2023 yılına gelindiğinde Türkiye’de kuduz riskli temas sayısının 437 bine ulaşmıştır. Ancak, bu yüksek sayı gerçek bir tehlikeyi mi işaret ediyor, yoksa bilinçsiz ve korku odaklı bir yaklaşımın yansıması mı? 267 bin olan ortalama temas sayısının bir anda bu kadar artması, halkı yalan haberler ve spekülasyonlarla korkutmaya yönelik bir strateji mi, yoksa önleyici halk sağlığı politikalarının başarısızlığı mı?

Kuduzun klinik belirtilerinin ortaya çıkmasından sonra %99 oranında ölümcül olması, bu hastalığın ciddiyetini elbette küçümsemememiz gerektiğini gösterir. Ancak bu ölümcüllüğe karşı aşının %100 koruyucu olması da bilimin kuduz üzerindeki zaferini simgeler. Sorun, bilimi sadece bir araç olarak kullanmak değil, onu toplumsal ve politik kararlarımızın merkezine yerleştirmekte yatar. Ancak maalesef ki, kuduz gibi hastalıklarla baş etme stratejilerimizde, çoğu zaman bilim ikinci planda kalmakta ve korku ön planda tutulmaktadır.

Kuduzun tarihçesi, bize sadece bu hastalığın dehşetini değil, aynı zamanda doğayla kurduğumuz ilişkinin ne kadar yanlış olduğunu gösterir. Evcil hayvanları, yaban hayatını ve nihayetinde insanları etkileyen bu hastalık, doğayla sağlıklı bir ilişki kurmanın önemini bize yeniden hatırlatır. Bilimsel yöntemlerin, sürdürülebilir aşılama programlarının ve hayvan haklarına saygılı politikaların benimsenmesi, kuduzun sadece tarih kitaplarında yer alan bir hastalık olmasını sağlayabilir.

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page